|
Mesam ve Şişli Belediyesi'nin 'dev' organizasyonuyla sekiz-on müzik insanının, aktivistin (Erdal Erzincan, Yasemin Göksu, Barış Güney, Mehmet Demir, yapımcı Naci Bayşu, aktivist Filor Benli, Kardeş Türküler'den Ayhan ve ben, ...) doluştuğu külüstür minibüsün içinde geçen sekiz saatlik yolculuktan sonra, nihayet Kırşehir'deyiz.. Bozkırın dinginleştirici, serin, tertemiz havası sakinleştiriyor hepimizi..
Şehre girer girmez, esnafın, sendikaların, belediyenin, .. hazırlayıp astığı "Güle Güle Bozkır'ın Tezenesi" posterleri karşılıyor bizi.. Ve tabii Neşet Ertaş'ın; "Aydooos!" diye tüylerimizi diken diken eden sesi.. Caddeler, sokaklar insan seli.. Ağlayanlar, tarihi kalabalığın fotoğrafını çekenler, ... Biz de kaptırıyoruz kendimizi selin akışına.. Ortak slogan: "Neşet Baba sen bizim her şeyimizsin!" Biraz maç sloganlarını andırsa da, bu kadar içten söylenmesi, hepimizi duygulandırıyor.. Bir grubun attığı; "Allahû ekber!" sloganı, milliyetçiliğin kalesi Orta Anadolu'da olduğumuzu hatırlatıyor bizlere.. "Eyvah!" diyorum, "böyle mi geçecek bu cenaze?" Sık sık olmasa da, ara sıra kendilerini göstererek içimizi ürpertmeyi başarıyorlar..
Neşet Ertaş'ın cenaze arabasının olduğu yere yaklaşmışız farkında olmadan, koşarak oraya doğru ilerliyoruz.. Nasıl bir çiçek kokusu! Çocukluğumdan bildiğim, adını unutsam da kokusunu asla unutmadığım sarı çiçeklerden atıyor insanlar cenaze arabasının üstüne.. Ve pespembe gül yaprakları.. İşte o an, cenaze arabasının olduğu yerdeki küçük bir "kasetçi"den Neşet Ertaş'ın çığlığı yükseliyor: "Aydoooos!..." Susuyor herkes.. Sadece onun sesi.. Ağlamayan var mıdır ki o an?
Yanıma iki genç geliyor; Kırşehir'li gençler olarak içlerinin rahat olduğunu, bizim gibi müzisyenler sayesinde Neşet Ertaş'ın müziğinin yaşamaya devam edeceğini söylüyorlar.. İçimden; "umarım bu geleneği devam ettirmek sadece bize kalmaz, umarım genç Abdal müzisyenler kendilerine nasıl bir zenginliğin emanet edildiğinin farkındadır.." diye geçiyor.. Polismiş gençlerden biri, Hrant Abi'nin "kırkı"nda da karşılaşmış, hatta birlikte fotoğraf çektirmişiz.. Hayatım boyunca benimle fotoğraf çektiren "bir tek" polis olduğu için, hemen hatırlıyorum kendisini.. "Polis olduğum için tedirgin olduğunuzun farkındayım ama ben bildikleriniz gibi değilim.." diyor.. Birbirimize bakıp sadece gülümsüyoruz..
Neşet Abi'nin yanında yüzlerce metre yürüdükten sonra bizim grup karar veriyor: "Devlet, protokol, vs mezarlıktaki işini bitirsin; biz ortalık tenhalaşınca gidelim, Neşet Abi'mizle vedalaşalım.." Oturuyoruz bir çay bahçesine.. Çaylarımızı içerken, misafir olduğumuzu fark eden bir yaşlı amca bize kavun kesip getireceğini söylüyor.. Nasıl da benziyor Niğde'li akrabalarıma.. Nereden bulduğunu anlamadığımız kavunlarla hemen çıkıp geliyor.. Yedikçe mis kokulu kavunları, içimiz açılıyor, serinliyoruz..
Hava kararmaya başladığında, sakinlemiştir artık, diyerek mezarlığa doğru yola koyuluyoruz.. Nasıl büyük bir mezarlık! Efil efil bozkır havası, yukarda ay ışığı, cırcır böceklerinin sesi.. Ve sadece mezar taşlarının silueti.. Beş on kişinin başında oturduğu bir mezara doğru yöneliyoruz, Neşet Abi'ninki olmalı, diyerek.. Siyah takım elbiseli genç adamlar hepsi, Neşet Ertaş'ın yakın akrabaları olduklarını, protokol yüzünden o saate kadar mezarlığa giremediklerini söylüyorlar.. Ve devam ediyorlar: "Artık Neşet Ertaş'ı da yok Kırşehir'in, kimseler uğramaz buralara.. Kimseler, yolu var mıymış, suyu var mıymış, diye dönüp bakmaz.." "Abdallık da bitti artık.." "Olur mu öyle şey? Sizler devam ettireceksiniz bu geleneği.." diyorsak da kabul etmiyorlar: "Biz Neşet Usta'mıza yetişemeyiz, onun gibisi gelmez bir daha.." diye cevap veriyorlar.. İkna edemiyoruz, moraller bozuk..
"Feryal Öney, Yasemin Göksu, Erdal Erzincan ile Neşet Ertaş'ın akrabaları mezarı başında..
Sağa sola bakıyoruz, sahiden de babası Muharrem Ertaş'ın ayak ucuna gömüldü mü, vasiyeti yerine getirildi mi, diye.. Hemen sağımızda görüyoruz; kocaman bir mezar taşıyla oğluna; "Hoşgeldin Neşed'im" diyen baba Muharrem Ertaş'ın mezarını.. Ne bileyim, içimiz azıcık rahatlıyor.. İkisi için de rahmet dualarımızı okuyoruz..
Sonra akraba gençler Çekiç Ali'nin mezarının da hemen yakında olduğunu söylüyor; hemen oraya yöneliyoruz.. Aklımda o müthiş bozlak: "Sarı yazma yakışmaz mı güzele / Sarardı gül benzim, döndü gazele / Ben gidiyorum, sen yârini tazele / Al da beni taştan taşa çal güzel.." Çekiç Ali için de dualarımızı okuyup aşağıdaki taziye çadırına yöneliyoruz..
Hastalığı boyunca yanından bir dakika olsun ayrılmayan, en son, Neşet Abi'nin son akşamında telefonla görüşüp ağlaştığımız eşi Seyhan Hanım'ı görmek istiyorum.. Ne yazık ki, kendini çok kötü hissettiği, bîtap düştüğü için ayrılmış Kırşehir'den; sadece telefonla görüşebiliyoruz.. Az ilerde, Neşet Abi'nin oğlunu ve ağabeyini görüyorum.. Yanlarında, son anlarına kadar onun yanından ayrılmayan Bayram Bilge Tokel ve yol arkadaşlarımdan Erdal Erzincan.. Yanlarına gidiyorum, başsağlığı diliyorum, muhabbet ediyoruz biraz.. Metanetle, ağır ağır konuşuyorlar.. Neşet Ertaş'ı da hep benzetirdim babama ama ağabeyini görünce Niğde'li akrabalarımı, eşi dostu görmüş gibi oluyorum.. Erdal da diyor; "Evet, andırıyorsunuz birbirinizi.."
Öyle sahiden de; hiç gidip görmediğim, fakat Muharrem Ertaş'ın, Çekiç Ali'nin ve özellikle Neşet Ertaş'ın "havalandırdığı" bozlaklar, oyunhavaları sayesinde havasını, insanını, her karışını bildiğim Kırşehir'i gördüğümde hiç yabancılık çekmiyorum.. Nihayetinde, "bizim oralar"dayım.. Neşet Abi'nin adımı unuttuğunda beni çağırdığı şekliyle; "bizim oraların kızı"yım..
|