BGST Müzik Birimi bünyesinde faaliyet gösteren Kardeş Türküler, Feryal Öney'in solistliğini üstlendiği Hardasan - Azeri Şarkıları (1996) ve grubun ilk toplu çalışması niteliğindeki Kardeş Türküler adlı albümlerden sonra, Temmuz 1999 tarihinde, bu kez daha 'lokal' başlıklı bir albüm çıkardı: Doğu. Müzik dünyasında, medyanın da desteğiyle, uzunca bir zamandır hüküm süren 'türkü trendi' ve içerdiği kültürel tehlikeler dikkate alındığında, standart bir türkü albümü yapmanın ötesinde bazı hedeflerin gözetilmesi bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktaydı; bu bugün de böyledir. Anadolu halk şarkılarına dönük bir bakışın geliştirilmesi, bu bakışın/perspektifin müzikal bir dramaturji biçiminde somutlaştırılması ve bir albüm düzeyinde örneklenebilmesi, bu çalışmanın en temel kaygıları olarak sıralanabilir. Yaşanan türkü trendinin taşıdığı tehlikeler, gerçekten de bu coğrafyanın müzik kültürüne yaklaşımda ciddi bir ihtimamı zorunlu kılıyor: 'türkülere dönüş' süreci ne yazık ki, Anadolu, Mezopotamya ve komşu bölgelerin müziklerinin 'homojenleştirilmesi/anonimleştirilmesi' sürecine dönüşmüş bulunuyor. Güzel, içli ve narin türkülerin 'soft' bir formatla ve kibar bir Türkçe ile okunduğu, etnik farklılıklar bir tarafa (bu hiç gündem olamamıştır) bölgesel-kültürel farklılıkların da şablon düzenlemeler içinde eritildiği, mahiyet itibariyle 'özgün müzik' geleneğine komşu olan bu tarzın yarattığı ve yaratacağı müzikal tahribata daha ayrıntılı olarak bakılması gerekir. Konumuzla sınırlı olarak vurgulanacak nokta, bu tarzdan uzak durmanın sanatsal bir görev olduğudur; önceki çalışmada olduğu gibi Doğu albümünün hazırlanması sürecinde de bu nokta hassas bir şekilde korunmaya çalışılmıştır. 1997 yılında yayınlanan Kardeş Türküler albümünde Anadolu topraklarının müzikleri etnik adresleri ile gündeme getirilmişti; repertuar seçimi, şarkıların düzenleme, icra ve yorumlarında gözetilen noktalar tamamı itibariyle olmasa da genel başlıklar açısından bu coğrafyanın müzik geleneğini hatırlatma ve resmetmeyi amaçlamıştı. Şüphesiz çekilen fotoğraf genel bir fikir veriyordu; ama 'hatırlatma' artık geride kalmış bir kültürün nostaljik hatırlanması olmamalıydı, çünkü ölü bir miras değildi karşımızda duran. Hâlâ yaşayan ve müzikleri alımlama biçimlerimizi alttan alta belirleyen yüzlerce yıllık bir kültürel geleneğin içinde yaşıyorduk; ilk albümde bu geleneğin yeniden yorumlanarak gündeme getirilmesi amaçlanmıştı. Doğu çalışması ise aynı dramaturjik çerçeveden hareketle daha hassas bir alanın, hem coğrafi hem de kültürel anlamda kendi içsel tarihi ve karakteristikleri olan bir dünyanın müzikal birikimini tanımaya ve işlemeye dönük olarak kurgulandı. Daha hassas bir alandı, çünkü 'etnisite' olgusunu bir sorunsal olarak gündeme getirenler, doğu coğrafyasının halkları ve toplumları olmuştu. Bunu kendi faaliyet alanımıza tercüme ettiğimizde, etnik kültürler ve müziklerle nasıl bir ilişki kurulması gerektiğini, cevabı oldukça zor bir soru olarak önümüze koymamız gerekiyordu. Bu sorunun kestirme bir cevabı olmadığı gibi el altında hazır teorik bir formül de bulunmuyor. Ancak uzun süreli bir araştırma faaliyeti içinden bazı 'sezgisel' cevaplar geliştirmek mümkündür ve bu noktada araştırma faaliyetlerinin müzik çalışmalarında entelektüel bir aksesuar olmayıp, o çalışmanın içeriğini biçimlendirmede sürekli devrede tutulacak bir kültürel bileşen olarak derinleştirilmesi gerektiği söylenebilir. Bu, ortaya konan ürüne bir 'text' yapısı verecek olanaklar da sunabilir. Doğu çalışmasında istenilen düzeyde, derinlikli bir araştırma yapıldığını iddia edemeyiz, öte yandan çalışmanın olanaklar ölçüsünde 'araştırma' ile ilişkilendirilerek zenginleştirilmesine ve müzik akışının arka planında bir edebi metnin örülmesine dikkat edilmiştir. Bunun, öznel bir tercih veya dönemsel bir seçim değil, kendini sözlü kültür kanallarıyla korumak ve yaşatmak zorunda kalmış bu mirasın önümüze koyduğu bir zorunluluk olduğunu düşünüyoruz. Önümüzdeki müzikal birikimin nasıl ele alınacağı ve 'geleneksel olan' ile 'deneysel olan'ın nasıl ilişkilendirileceği noktası hala güncel bir konudur. Eğer türkülere dönük 'Anadolu, türkü dolu' türünden güzellemeler yapmanın ya da 'otantik olan'a arkeolojik geziler düzenlemenin oryantalist kavrayışından uzak durmak istiyorsak, dahası türkü geleneğinin aynı zamanda bir gelecek içerdiğini, avangard çalışmalara ve farklı müzikal denemelere uygun bir elastik yapı taşıdığını düşünüyorsak önü açık bir yol çizmek mümkün hale gelebilir. Halk şarkıları geleneğine konjonktürel bir ilgiyle değil, yapısını tanıma ve analiz etme gibi daha ciddi bir sorunsal kaygısıyla bakıldığında, deneysellik alanında sunduğu olanakları görmek ve derinleştirebilmek olasıdır; dönemsel trendlere bulaşmak yerine bu tür bir 'yoğunlaşmayı' zorlamak daha verimli ve kalıcı olabilir. Burada 'metodolojik' açıdan dikkat edilecek nokta, bahsedilen kültür veya geleneklerin uzağında kalmış birer misafir konumuna düşmemek, 'tanıma, analiz etme ve yorumlama' süreçlerini turistik bir mentaliteye savrulmadan yapmaktır. Yöntemsel noktalar çoğaltılabilir, ama 'sezgisel bakışın', faaliyet içinde bizi sürekli tetikte tutan bir unsur olarak iş başında olması kaçınılmaz gözüküyor. Müzikal üretimin bütün yönleriyle ayrıntılı bir dökümünü yapmaktaki zorluğun bir nedeni de bu olmalıdır. Doğu albümünde ana başlık olarak iki düzlemin varlığından bahsedebiliriz. Birincisi kültürel/politik temalarla kurgulanan düzlemdir; burada doğu coğrafyası, göç/sürgün, hasret/gurbet ve gündelik hayatın geleneksel temaları (halay, düğün, sıra geceleri, çalışma) çerçevesinde yorumlanmaya çalışılmıştır. İkinci düzlem, birinciyle dolayımlı ilişkiler içinde ne türden ürünlerin yaratıldığını analiz etmeye dönük müzikal düzlemdir; bu aşamada ise bölgenin kültürel/müzikal öğeleri içiçe gelişmeye başlar: halay/govend formunda söylenen dans şarkıları, sıra gecelerinin müzikal birikimi, çalışma hayatında üretilmiş iş şarkıları, göç/sürgün sürecinin ürünleri, vs. hem ortak hem de çok farklı müzikal formlar yaratarak (ve kendileri de o formların içinde yeniden şekillenerek) çok-etnili bir coğrafyanın kültürel temsiliyetinde ağırlıklı bir rol üstlenmiş bulunuyorlar. Sözünü ettiğimiz müzikal düzlem, albüm çalışmasında belirli formlar etrafında işlenmeye çalışıldı. Doğunun makam ve 'ayak' geleneği, vokal tarzları, enstrüman icra teknikleri ve ritim yapıları, söz kullanımındaki akustik özellikler, müzikal düzlemin inceliklerini daha ayrıntılı olarak ele almayı gerektirirken, deneysel yorumların nasıl bir rotaya oturtulacağına dair verimli bir tartışma alanı da açıyordu. Geleneksel müzikleri yeniden yorumlarken ve düzenlemeler ekseninde yeni müzikal ifade tarzları geliştirmeye çalışırken, 'güncelleştirme', 'günümüze uyarlama', 'arkaik ve primitif olanın modernleştirilmesi' gibi parametrelerden hareketle yapılan işlemlerin müziğin bünyesine yabancı ve eklektik kalması gibi bir risk her zaman vardır. Öte yandan 'kayıp bir geçmişin' izini sürmek, bozulmadan kalmış 'saf, naif ve otantik gelenek' arayışı ise kurgusal ve hayali olmanın ötesinde tehlikeli ideolojik çağrışımlara açık, idealize edilmiş bir etnik benlik iddiasına eklemlenebilir. O halde etnik müzik alanının farklı kültürel/politik tavır alışların hizmetine girmeye uygun riskli bir alan olduğunu söylemek abartılı olmamalıdır. Doğu albümünde bu tehlikelerden uzak durmaya özen gösterilirken, müzikal düzlemde yapılan yorumların ve düzenlemelerin temel referans noktası, bu coğrafyada müziğin hayat içinde oluşturduğu alımlanma ve hissiyat biçimleri olmuştur. Dolayısıyla grubun, araştırmalarda vardığı sonuçlar ile sezgisel olarak bulduğu veriler bu referans noktasıyla uyumlu olmak zorundaydı. Bu rotanın ciddi bir perspektife dönüştürülmesi ise önümüze koymamız gereken bir görevdir. Doğu coğrafyasında müziklerin hangi tarihsel-kültürel dolayımlar içinde üretildiği, nasıl yaşandığı ve alımlandığı noktasından hareket edildiğinde, ele alınan şarkıların düzenlenmesi kimi zaman 'yeniden kurgulama' biçimini almıştır. Şarkıların sadece sözel değil müzikal olarak da içerdikleri metin baz alındığında, o metnin senaryosunu güçlendirecek ve taşıdığı kimi öğeleri vurgulayarak öne çıkaracak müdahaleler denenmiştir. Bu, bir govendin ana temasını döngüsel bir şekilde yorumlamak (De Bîla Bêto), farklı etnik kökenleri olan iki şarkıyı, mekansal uzaklıklarını koruyarak aynı atmosfere taşımak (De Bîla Bêto-Turna), bir şarkıdaki örtük gerilimi ana yoruma dönüştürmek (Dargın Mahkum, Nevruz Türkü), vs. gibi sonuçlar doğururken, bir yandan da altyapının (ritm kompozisyonu, döngüsel temalar, nidalar) ve melodik akışın kimi zaman 'monoton' bir sabitlikte (Dile Mı Sewda) kimi zaman ise karşıtlık oluşturacak bir çeşitlilik içinde ilişkilendirilmesine imkan tanıyordu. Vokallerde, otantik kullanımların yanısıra, bazen altyapıdaki yürüyüşü, bazen de melodik trafiği temel alan ve bilinen armonik eşliklerden uzak bir üslup denenmeye çalışıldı. Burada önemli olan diğer bir nokta, bir halk şarkısının etnik/kültürel/bölgesel ölçekte ne tür motifler, simgesel ifadeler yüklendiği, başka bir deyişle, nasıl bir imgesel yapıya oturduğudur. Sahip olduğu kültürel ve edebi arka plan o şarkıya nasıl bir öykü taşımıştır ve şarkı bu öyküyü hangi anlatısal (narrative) öğelere yaslanarak seslendirmektedir? Bunun cevabı önemlidir, çünkü şarkıya nasıl bir imgelem (hayalgücü) ile yaklaşılacağının ipuçları oradadır. Yorumlama sırasında şarkının yapısı, imgesel düzlemde zenginleştirilerek ve belki de değişik ama uyumlu anlatım öğeleri eklenerek yeniden 'kurulabilir'. Bu tür bir 'imgesel inşa', şarkının sunduğu imkanların da yardımıyla, hem müzikal kriterlere hem de müzikal sezgilere başvurarak denenebilir, denenmelidir. Halk şarkılarının imgesel olarak yeniden kurulması, 'geleneksel olan/deneysel (ve avangard) olan' arasındaki ilişkiyi daha gerilimli hale sokabileceği gibi, 'türkü konsepti'nin dönüştürülmesine katkıda da bulunabilir. Farklı birçok müzik geleneğinin yan yana yaşadığı bir bölgede, her bir şarkı, kendi karakteristiği ile uyumlu olması ve 'homojenleştirilmemesi' şartıyla bu türden yaklaşımlara açık esnek bir yapı sergilemektedir. Önümüzdeki dönemlerde, halk şarkılarının tek bir etnik künye içinde anonimleştirilmesi süreci devam edecek gibi görünüyor. Halk şarkıları alanında çalışan müzisyenlerin ise, çoğulcu bir bakışı benimsemeleri ve çok-etnili, çok-kimlikli bir bölgede yaşadığımızı dikkate almaları, yalnızca müzikal bir ideoloji değil, müzikal bir dramaturji olarak da daha fazla ertelenemez bir aciliyet kazandı. Bu yönde dramaturjik önlemler alınmadığı ve 'türkü konsepti' yeni baştan kurulmadığı sürece, değişik kültürlerin 'kolonize edilmesi' yönündeki gidişata eklemlenme, müzik dünyasında ciddi bir tehlike olarak varlığını sürdürecektir. |